15 Şubat 2013 Cuma

NE DOĞRU...

Sadece seni görmek istiyorum kısacası. İnsan sadece görmekle bile bir çok yükü kaldırabilir, umud edebilir ve hayal kurmaya devam edebilir. Ama sen anlamazsın. Çünkü bir şeyleri anlamak için bazı yönden eksik olmalısın...OĞUZ ATAY-TEHLİKELİ OYUNLAR

yok ki böyle bekleyen...var mı ki?


12 Şubat 2013 Salı

Kuş olsam, uçsam uzaklara

Kuşlara özeniyorum bazen, ne güzel istedikleri yere kanat çırpıyorlar. Merak ettim sordum birine, ne kadar da özgürsünüz, mutlu olmalısınız bundan diye? Cevabı yapıştırdı suratıma: - Göründüğü gibi değil, bizim de özgürlüğümüz rüzgara bağlı...

BASKET ATMA YARIŞI


 

 

 

Bir okulda her yıl düzenlenen basket atma yarışları öğrenciler için büyük önem taşırdı. Yarışlardan sonraki tüm yılı düzenlenen müsabakalarla ilgili yorumlar yapılır, takımlar eleştirilirdi. Öğrenciler bundan büyük bir zevk duyardı. Aynı zamanda çok şiddetli tartışmaların da yaşandığı görülürdü. Farklı etapların bulunduğu bu yarışmalar tüm okul öğrencileri için bulunmaz bir eğlence idi.

Dönem sonu gelmiş ve tüm takımlar son hazırlıklarını yapmıştı. Koşu, yüzme, tenis, masa tenisi, basketbol ve hentbol takımlarının yarışının ardından sıra, altıncı sınıf öğrencilerinden oluşan basket atma yarışmasına gelmişti. Sekiz kişinin bulunduğu takımlar yerlerini aldı ve sıralarının gelmesini beklemeye koyuldular. Bu oyun çok basitti. Her takımda bulunan sekiz kişi sırayla basket atışı yapacak ve üç atış sonucunda isabetli atışlar toplanacaktı. Sonunda en çok puan alan takım kazanacaktı. Aslında çok basit bir oyundu ve bu oyun sadece altıncı sınıf öğrencileri için düzenlenirdi.

O yıl bir takımın seyircileri önceki yıl kurallara uygun olmayan tavır ve davranış sergiledikleri için içeri alınmadı. Bu hem seyirci hem de takım için hiç de iyi olmamıştı. Çünkü takıma moral veren seyirci tezahüratları çok önemliydi. Takım yine de moralini bozmadı. Kendilerinden önce yarışan ekipleri dikkatle seyrettiler. Sıra kendilerine geldiğinde ise salona çıkar çıkmaz, rakip takımın seyircileri hiç de hoş olmayan sloganlar atmaya başladı. Salon tam anlamıyla inliyordu. Her bir taraftan moral bozucu nağmeler miniklerin kulaklarından çınladı. Kulak vermemeye çalışsalar da bu mümkün değildi.

Takımın her bir oyuncusu sırayla atış yapmaya başladı. Salon sanki anlaşmış gibi, hep bir ağızdan oyuncular tam potaya atış yapacakken “hooooooooooop güüüüüüm!” diye bağırmaya başladı. Tabi bir de can sıkıcı bağrışmalar cabası…

Sekiz oyuncudan yedisi salondaki tüm olumsuzluklardan etkilenmiş olacak ki hiçbir atışı tutturamadı. Sadece bir erkek öğrenci tüm atışlarında isabetliydi ve takımına puan kazandıran tek kişiydi.

Bu durum okula yeni gelen İngilizce öğretmeninin oldukça ilgisini çekti. Takımları çalıştıran koçlardan birinin yanına gitti ve “Bu çocuk kim? Aferin onu hiçbir şey etkilemedi ve başardı. Hem de onca moral bozucu sözlere rağmen” dedi. Takıma koçluk yapan spor öğretmeninden aldığı yanıt ise oldukça düşündürücüydü:

“ O öğrencinin ismi Suat ve de doğuştan sağırdır”

Gerçekte yaşamda da bu böyledir. Tüm olumsuzluklara karşı kulaklarımızı tıkayabilirsek başarıyı yakalamada büyük bir adım atmış oluruz.

ZAMANLA GİDEN


Yaşamımız boyunca, bize değmeden geçen öyle çok mutluluk, sevgi ve hayatımızı olumlu yönde etkileyecek fırsat var ki, ama önem sıralamasında payı daha büyük olan koşuşturmalardan nefes nefeseyizdir. Aslında çoğu kez kendimize değil de, başkaları için tüketiriz bunu. Bu gibi durumlarda insan kendini futbol topu gibi hisseder; kendine bir faydan yoktur ama başkalarına zaferler kazandırırsın. Halbuki her insan hayat içinde ayrı bir hayattır ve her anını zevkle yaşaması gerekirken, çoğu kez, iç içe olması  gereken duygulardan yoksun, zamanın yitirdikleriyle birlikte yaşar gider.

Zamanla giden bir şeyler var. Çocukken bağıra bağıra akıttığımız göz yaşlarımızı, şimdi içimize atıyoruz. Kâğıt helvamızı elimize alıp gezindiğimiz yollarda, beklentiler eşlik ediyor şimdi bize. Bir su birikintisinin içine düşmek eskisi kadar mutlu etmiyor bizi, içimizi acıtan, bir sürü para verip aldığımız kıyafetimiz. Belki de, yaşam bize, bunları tekrar yaşama şansı bile vermeyecek kim bilir?

Sizce yaşam nedir? Bu soruyu hiç kendinize sordunuz mu? Bence yaşam, tercihlerin tümüdür ve bu da size bağlı. Bunun için ne yaşarsanız yaşayın, önce kendiniz için bir şeyler yapmakla işe başlayın hem de hiç vakit kaybetmeden. Çünkü yaşarken bir türlü inanamadığınız ölüm, bir gün tüm varlığıyla hissettirecek kendini ve siz, yıllarca uğraşıp, bir merdivenin tepesine çıktığınızda, onu yanlış duvara dayadığınızı fark edeceksiniz. Bu da pişmanlığın ta kendisi olacaktır.

EN KORKUNÇ HAYVAN


 

 

Küçük çocuk oyuncakları ile oynadığı sırada, bir anda başını kaldırdı ve karşı kanepede gazete okuyan babasına bir soru sordu:

“Baba, eğer karşına çıksa, sen en çok hangi hayvandan korkarsın?”

 Fakat arkadaşları oyun oynamak için dışarıdan ona seslendiklerini fark ettiğinde, sorusunun yanıtını bile beklemeden sokağa fırladı. Babası ne olduğunu bile anlamadan, çocuk çoktan evden çıkmıştı. Ama çocuğunun kendisine yönelttiği soru ilgisini çekmedi de değildi. Acaba en çok hangi hayvandan korkuyordu? Gazetesini bir köşeye koydu ve kendi kendine düşünmeye başladı.

İlk aklına gelen hayvan köpekti. İnsanlar genelde, bu hayvandan korkardı ama köpekten korkmaya gerek yoktu. Ona iyi davranıp, üzerine de taş atamadığın sürece saldırmazdı. Hatta köpeklere yemek verip karınlarını doyurduğunuzda, ekmek yediği kapıya asla ihanet etmez, ömür boyu da sadık dostunuz olarak kalırdı. Adam, “Evet evet” Dedi kendince, “Köpekten niye korkayım ki”

Daha sonra “Aslan da görsem korkmam. Çünkü onlar doyacağından fazlasına asla dokunmaz, hiçbir şeyi telef etmez” diye düşündü. “Peki ya yılana ne demeli? Ekonomik bir kaygısı yok, politik kavgası da yok. Hele sömürüsü hiç yok. Hatta ulaşmak istediği dişi için, hemcinsiyle cesurca savaşıp, mücadelesini kaybettiğinde, karşısındakileri öldürmesi yok. Böyle bir durumda, arkasına bile bakmadan çekip giden bir hayvandır yılan”

Timsah olabilir miydi acaba? Hayır hayır olmazdı. Çünkü timsahlar, hakaret etmez, kalp kırmaz ve vefasızlık yapmazdı. Ayrıca ön yargılarıyla hareket edip, kimseye yargısız infaz yapmazdı.

“Filler ise dev cüsselerine inat duygusal ve bir o kadar da samimi hayvanlardır. Sevdikleri öldüğünde, o da üzüntüsünden kahrolur. Cesedin olduğu yere her gün gelip, kemikler kalana dek ziyaret eder ve sonra kalanlardan hortumuna sıkıştırarak, çekip gider. Çünkü bu, onun için çok özel bir hatıradır”

“Eeee” Dedi adam “Ne kaldı ki geriye? Dinozorların da nesli tükendi”

Adamcağız bu düşünceler içinde epey uğraştı durdu. Çocuğunun sorusunun yanıtını bir türlü bulamıyordu. Aslında yanıt, tümüyle bu cümlelerde gizliydi ve sonunda onu en çok korkutan hayvanı buldu. Ama bunu çocuğuna nasıl açıklayabilirdi işte onu kestiremedi ve cevabı bulmanın mutluluğu içinde, yine kendi kendine mırıldandı:

“İşte bu yüzdendir ki; beni en çok korkutan hayvan, insandır, insan”

KÜÇÜK ŞEYLER


 

 

Gözünüze çok küçük gibi görünen bir şey, büyük olaylara imza atabilir.

Küçük başlangıçlar olmadan, büyük sonuçların olması beklenebilir mi?

Küçük damlalar doldurmaz mı koca nehirleri?

Küçük bir çocuğun gözlerinin içindedir, aslında uzak yerlerde aradığınız huzur ve mutluluk.

Koca bir gemiyi batırmaya yeter küçük bir delik.

Aldığınız küçük yudumlardadır sizi giderek alkol bağımlısı yapan.

Durun ve düşünün, küçük mutlulukların yaşamınızı ne kadar renklendirdiğini.

Küçük mucizeler değil midir yüzünüzü gülümseten?

Yaşamın olanca ağırlığını ve zorluğunu, küçük bedenlerimiz taşımak zorunda kalmıyor mu?

Küçük bir adımdır, çevremizdekilerle kopmaz bağların oluşmasını sağlayan.

Büyük dünyaları olanlar size acı çektirebilir, ama küçük dünyaları olan insanlar mutluluklarınızın yanında acılarınızı da paylaşırlar.

Küçük tebessümlerle başlar attığınız kahkahalar.

Yapacağınız ufak bir yardım, kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlamaz mı?

Ufak bir tohumla başlar kokusuna ve görüntüsüne doyamadığımız çiçekler. 

Yürekten gelen küçük bir “merhaba” değil midir sabahları bizi keyiflendiren?

Bir kibritin o küçük ateşi, içindeki tüm canlılarıyla bir ormanı yok edebilir.

Küçük umutlardır sizi yaşama bağlayan.

Büyük sevgilerin kalbinde, küçük paylaşımlar yatar.

Acılı günlerimizde elimizden tutan, geçmişimizdeki o küçük anılardır.

İsabet eden küçük bir kurşun belki de yaşamınızı sonlandırabilir.

Nefes alıp verdiğinizde aldığınız o küçük soluklardır sizi yaşamda tutan.

Karanlıkta küçük bir ışık yolunuzu gösterebilir.

Yaptığınız ufak hatalar, sizi tecrübeli bir hale getirir.

Küçük bir bakış büyük sevgilere neden olabilir.

Küçük ipuçları değil midir bizi işin sorumlusuna/sorumlularına götüren.

Önemsiz sanılıp, yerine koyulmayan küçük bir çivi, büyük felaketlere sebep olabilir.

Gün içinde aldığınız küçük notlar, işlerinizi daha iyi düzenlemez mi?

Yapacağınız küçük bir açıklama, karşınızdakinin sizi daha iyi anlamasını sağlayabilir.

Küçük bir lokmanın boğazınızda takılıp, sizi zor durumda bıraktığı olmadı mı hiç?

Bazen küçük bir nedendir, sizi uçurumun kenarına iten.

Yaşadığımız ızdırapları, çoğu kez, aza kanaat etmediğimizden duyarız.

Aldığınız küçük bir karar, tüm yaşantınızı değiştirebilir.

Attığınız küçük parçalar değil midir ateşi daha da alevlendiren?

Peki bizler değil miyiz, bu koca dünyanın tüm zorluklarını küçük ruhlarımızda barındıran?

Ufak bir aksilik tüm planlarınızı ve emeğinizi bir anda yok edebilir.

Dileyeceğiniz küçük bir özür, kırılan bir kalbi ısıtabilir.

Evet küçük balık büyük balığa yem olur ama izin verilseydi büyümez mi sanırsınız?